Sunday 31 May 2009

Chaos, Territory, Art: Deleuze and the Framing of the Earth


Elizabeth Grosz'un son kitabı olan Chaos, Territory, Art, Deleuze'ün sanat yaklaşımı üzerine yoğunlaşıyor. Ancak genel anlamda bir yardımcı kitap kesinlikle değil, zira Deleuze hakkında bilgi sahibi olmayan okurlar için başta dili ve terminolojisi, metni anlamlandırmanın önünde engel oluşturacaktır. Öte yandan, Elizabeth Grosz, anlaşılması zor gözüken, kolay tanımlanamayan Deleuzyen terimlere oldukça güzel, sakin, ve anlaşılır yaklaşıyor. Bu şekilde, korkutucu gibi gözüken bir terimi örneğin, adını bahsetmeden dolaylı, sakin ve tutarlı bir üslupla anlatarak, doğru zaman geldiğinde "işte bu" diyerek, okuyucuya sunuyor. Eğer bu kavramı önceden Deleuze'den dinlediyseniz, Grosz'un yaklaşımı güzel bir anlam yorumu olarak katkıda bulunuyor.
Kitap ne ile ilgili? Öncelikle Grosz, sanatın felsefe ve bilim alanları ile benzer bir derdi olduğunu, ancak bu üç disiplinin bu soruna farklı yöntemlerle yaklaştığını ve bunun sonucu olarak da farklı şeyler ürettiğini vurguluyor. Peki nedir bu ortak sorun? Bilinmeyen elbette. Bir diğer deyişle 'kaos,' yani evrende bizim algımız veya düşünce modellerimizin henüz açıklamadığı, gerçekleşmemiş, ama potansiyel olarak varolan ilişkiler bütünü, titreşimler. Sanat, bu bilinmezliğin güçlerine yönelerek, onlardan tüm bedeni uyaran, yeni ve alışılmadık duygulanımlar yaratır. Örneğin, bir çığlık-olmak gibi. Felsefe ise bu bilinmezliği açıklayacak veya onun üzerine düşünmeyi sağlayacak terimler üretir. Bilim ise bu bilinmezlikten belli paternler çıkarsayarak, tahmin edilebilirlik paternleri oluşturmaya çalışır ve bu şekilde geleceği kontrol etmeye yönelir. Aslında her üç disiplin de bunu yapmakta, geleceğe yönelmektedir. Çünkü gerçekleştirilen her bilinmezlik, bu sınırın daha da ileri doğru itilmesine neden olur diyebiliriz. Öte yandan kaosun güçleri hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemez, sadece yaklaşılabilir, bizim algılayacağımız boyuta indirgenebilir, ama mutlaka kendi özlerinden birşey kaybederler. Kaosun güçlerinin varoluş sınırlarımız içine akmasını sağlayan sanat, felsefe ve bilim, aslında bu bakımdan bir tür "elek" işlevi görür. Aynı zamanda bu üç disiplin de bir çerçeve belirlemekte ve onun içinde varolmaktadır. Örneğin, Deleuze'e göre en eski sanat, mimari olarak görülebilir. İlkel insan, kendi yaşam alanını belirleyerek, onun sınırlarını çizerek, kendine bir "alan/ülke/yurt/mekan" yaratmıştır. Bu an, bir içerisi ile birlikte bir de dışarısı oluşturmuştur. Güvenli, bilinen, tahmin edilebilen bir içerisi ve tekinsiz, bilinmeyen, anlaşılamayan güçlerin alanı olan dışarısı. Bu çerçeve, hem maddesel hem de düşünsel bağlamda yaşamlarımızı, hayat algımızı, düşünce dünyamızı, yani tam anlamıyla varoluşumuzu tanımlamaya, çerçevelendirmeye devam etmektedir. Bu açıdan, yani "çerçeve" açısından bakıldığında, üç disiplinimiz (sanat, felsefe, ve bilim) bu çerçeveyi hem oluşturan, hem de onda delikler açarak kaosun bilinmeyen güçlerini çerçevenin içine alan pratiklerdir. Varoluş sınırlarımızı belirlemekle kalmaz, kendimizi evrende konumlandırmamıza, bu konumu niteliklendirmemize yardımcı olurlar. Bununla birlikte, birer elek vazifesi görerek kaosun güçlerini zaman zaman faydalı olabilecek şekilde yaşam alanımızın içine akıtırlar. Sanat, bilim ve felsefe bu bağlamda tanıdık güçlerin, bilinmeyen güçlerle bir birleşimi olarak görülmektedir. İşte Deleuze'ün anlaşılması zor kavramlarından biri olan "ritournelle" veya ingilizcesi "refrain" burada karşımıza çıkar. Tez konum olduğu için "refrain" ile baya uğraşmıştım. Çoğu metin, sürekli daha fazla terimi işin içine sokarak anlatmaya çalışırken refrain'i, Grosz bir çerçeve modelinden, ve günlük hayatımızın merkezindeki ev modelinden yola çıkarak anlamamızı kolaylaştırıyor. Ben de tezimin ilk taslağında, Bachelard'dan faydalanarak ev örneği üzerinden anlatmayı seçmiştim. Yani nedir peki şu refrain diyecek olursanız, üç özelliği var: birincisi kaos'un ortasında, kaosun güçlerini düzenleyerek oluşturduğumuz bir ses bloğu, yani düzen (ama geçici). Karanlıkta korktuğunda ıslık çalan bir çocuk örneğini veriyor Deleuze. İkinci özelliği, bunun bir çerçeve belirlemesi, yani bilineyen kaos güçlerini dışarda bırakmaya yönelik, izole etmeye yönelik bir görev kazanması. Üçüncü olarak ise, kaosun güçlerini seçerek içeri bırakması: evin pencereleri gibi. Tüm bunlar olurken, refrain, hiç değişmeden kalır. Kimi zaman çerçevenin doğası tamamen değişir, çünkü çerçevenin içi de tam olarak sabit ve durgun değildir, içerde de bir hareketlilik bir ilişkiler bütünü vardır. Refrain, ilk başta bir şeyin sonucu olarak ortaya çıkmasına rağmen, bu neden, çerçevenin doğasının değişmesinden ötürü ortadan kalksa bile refrain ortadan kalkmaz ve çerçeveyi bir arada tutmaya yarar. Tüm bunları anlamak için Deleuze ve onu açıklayanlar (örneğin Ronald Bogue) kuşların melodilerinden yola çıkar. Bunun detaylı incelemesi ve açıklaması için Ronald Bogue'un Deleuze on Music Painting and the Arts kitabına yönelebilirler.
Grosz'a dönecek olursak, sanırım kitabın adı buraya kadar anlaşılmış olmalı. Grosz, sanat bilim ve felsefenin içinde bulunduğumuz evreni nasıl çerçevelediğini, anlamlandırdığını, ama daha önemlisi kaosa nasıl açıldığını, tüm bunları hangi yöntemler ile nasıl yaptığını ve ne sonuçlar doğurduğunu anlatıyor. Daha çok sanat (müzik ve resim) ve duygulanım üzerinden felsefe ve bilime açılıyor. Sanatın (özellikle müziğin) doğuşunu anlamak için Darwin'den yaptığı alıntılar ve Lingis katılmış analizler, çok heyecan verici. Grosz, bir de Çağdaş Aborigin Resmi üzerine, anlattığ teoriler ışığında yorum eklemiş. İlgilenenler bu detaydan hoşlanabilir.

Wednesday 27 May 2009

Modern Kıbrıslıtürk Edebiyatı Serisi


Kıbrıs'ta heyecan verici gelişmeler her zaman olmuyor. Politik alanda belki ama özellikle görsel sanatlar ve edebiyat alanında sular her daim sakin bu diyarda. Geçtiğimiz hafta içinde, beni çok heyecanlandıran bir projenin basın toplantısı ve tanıtım kokteylinde, özlediğim edebiyat ortamlarından biri vardı. Kıbrıslıtürk şair, yazar, ve sosyal düşünür Mehmet Yaşın'ın önderliğinde, dört yıl süren kapsamlı ve kalabalık bir çalışma ile Modern Kıbrıslıtürk Edebiyatı Serisi oluşturulmuştu. Kıbrıs'ta bir edebiyat geleneği yok değil. Gelenek belli ki var ama kitapevi yok. Kuzey Kıbrıs'ın 5 büyük kentinde sadece Lefkoşa'da bir-iki kitapevi bulunuyor. Yani öğrenci kenti tabir edilen Magusa'da, azımsanmayacak öğrenci ve genç nüfusa sahip Girne'de, Güzelyurt ve Lefke'de gidip vakit geçirebileceğiniz, yeni çıkanları takip edebileceğiniz bir kitapevi yok. Yani adada okuma alışkanlığı, malesef yaygın değil. Peki okuma alışkanlığı yoksa, edebiyat geleneği nasıl var olabilir?
Mehmet Yaşın'ın önderliğinde bir araya gelen sekiz editör, nasyonalist projenin kurumsallaştırmasından uzak kalmış bir edebiyat seçkisini, Modern Kıbrıslıtürk Edebiyatı olarak sunuyor. Bu, Yaşın ve ekibinin nasyonalist bir amacı olduğu anlamına gelmiyor. Sömürge yönetimi, savaş, ve benzeri sosyal nedenlerden ötürü 19.yy'da sınırları ulus ekseninde çizilememiş olan ve dolayısıyla kurumsallaşmamış ve gelenekleşmemiş bir edebiyat vücudu oluştururken Yaşın ve ekibi, modernist değil aslında postmodernist bir açıdan bakıyor bu kavramlara. Yani "gelenek", "ulus", "modern edebiyat" gibi kavramlara eleştirel yaklaşıyor. Örneğin, her seçkide olduğu gibi bir edebiyat kanonu tartışması açılmış seçkinin oluşturulma ve yayımlanma sürecinde. Yaşın ve arkadaşlarının yaptığı seçkiye dahil olmak istemeyen, dahil edilen eserleri ve kişileri eleştiren, projeye sıcak bakmayan yayınevleri ve yazarlar olmuş. Yaşın'a kanonlaştırma eleştirilerine nasıl baktığını sorduğumda, bu tür eleştirilerin proje açısından aslında verimli olduğunu söyledi. Oturmuş bir edebiyat kanonunun olmaması, seçkinin hem bir kanonlaştırma hem de yeniden kanonlaştırma yapmasına olanak tanıdığını ve bu yaklaşımın gölgede kalmış, örneğin kadın yazarları veya yöresel aksanla eserler veren sözde popüler kültür sanatçılarını da seçkiye katabildiklerini belirtti. Öte yandan "modern" kelimesi üzerinden açılan bir tartışma üzerine kendisine seçilen edebi türlerin (Romanlar, Öyküler, Operet ve Oyunlar, Şiirler, Denemeler, Edebiyat Eleştirisi) batı edebiyat geleneğinin şekillendirdiği türler olmasının bir tür kısıtlama getirip getirmediğini, neden böyle bir sınıflandırmaya gitmeyi tercih ettiklerini, ve bunun dezavantajları olup olmadığını sordum. Yaşın, "modernite" kavramının zaten batı-merkezli bir bakış açısını ima ettiğini söyledi ve elbette bahsedilen sınıflandırmalara uymayan metinlerle karşılaştırkarından bahsetti. "Kimi zaman önemli ve uzun süren tartışmalar yaşadık, bu metni denemelere mi koysak, anı yazılarına mı, yoksa edebiyat eleştirisine mi? Örneğin Anı ve Gezi Yazıları cildinin ilk eseri böyle bir şey. Hem bir anı, hem de sosyal eleştiri. Genellikle sosyal ve politik eleştiri yazılarını Denemeler cildinde toplamıştık, bu nedenle bu metin üzerine çok düşündük. Benzer tartışmalar Denemeler ve Edebiyat Eleştirisi ciltlerini oluştururken yaşandı. Aynı zamanda iki sınıfa da girebilecek eserler, veya ikisinin de arasında duran eserlerle karşılaştık," diyor Yaşın. Bu da önemli bir nokta, sözkonusu sınıflandırmalar da tıpkı seçkiler gibi tartışmaya açık. Üçüncü tartışmalı nokta ise "Kıbrıslıtürk" ifadesi. Seçilen eserler, 1870ler kadar gerilere gidiyor. Peki bu zamandan beri bir Kıbrıslıtürk kimliğinden söz edilebiliyor mu? Kıbrıs'ta 16.yy'dan beri Türkçe konuşulmasına rağmen, yazılı Türkçe edebiyat, 1878'de, adaya baskı makinasının İngiliz sömürgeciler tarafından getirilmesiyle başlıyor. Bu dönemde Türk ulus bilinci yerine Osmanlı-Müslüman bilinç olduğu biliniyor. Yaşın, Kıbrıslıtürk kimliği ve ikidillilik üzerine heyecan verici ve hatta çok ender bulunan türden çalışmalar gerçekleştirmiş bir sosyal düşünür. Yaşın'ın 1994'te çıkan Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi ve onun genişletilmiş basımı olan Eski Kıbrıslı Şiiri Antolojisi, adada varolan kimlik halleri üzerine düşünen kitaplar. Elimizdeki seçkide de Yaşın, Kıbrıslıtürk tanımını mümkün olduğunca geniş tutuklarını belirtiyor. Kıbrıs'ta yaşayan, kendini Osmanlı-Müslüman olarak tanımlayan Osmanlıca veya Türkçe ürün veren yazarlar ile İngiltere'de yaşayan ve İngilizce yazan Kıbrıslıtürkler, Türkiye'de ürün veren Kıbrıslıtürkler ve hatta Türk diline bağlanıp adada yaşayan, eserlerini Türkçe veren Kıbrıslıermenilerin yapıtlarını da içeriyor seçki. "Böylece," diyor Yaşın, "'Kıbrıslıtürk Edebiyatı' tarifi, birbiriyle çelişmek yerine, içiçe geçen çok-kültürlü, çok-dilli, çok-coğrafyalı bir dizgede ele alınıyor."


Önemli bir ilk
Böylesi zengin bir bakış açısının oluşmasının arkasında Yaşın ve bir dönem kendisinin öğrencisi olmuş, adanın genç yazar, eleştirmen ve şairleri bulunuyor. Ahmet Gildir, Bilen Kılıç, Gür Genç, Jenan Selçuk, Murat Bülbülcü, Nazan Ökçün, Suzan Yılmaz ve Turhan Uludağ'dan oluşan editörlerin yaptığı seçki, Kıbrıs'ın ihtiyaç duyduğu önemli bir çalışma ortaya koymuş. Malesef özellikle akademik ilgiye yönelik, Kıbrıslıtürk edebiyatı ile ilgili çalışma pek bulunmuyor. Hele Kıbrıslıtürk yazarları ve eserleri tanıtmaya yönelik böylesine zengin bir seçki, özellikle akademik perspektiften yaklaşmak isteyenler için önemli bir boşluğu doldurmanın yanısıra büyük kolaylık sağlıyor. Özellikle eserlerin ikidilli, yani hem Türkçe hem İngilizce olarak yayımlanması seçkinin hedef kitlesini oldukça geniş tuttuğunu gösteriyor. Bununla birlikte seçki, Yaşın'ın önsözünde belirttiği üzere, akademik bir antolojik inceleme olmak iddiasında bulunmuyor. Ancak, çoğunlukla İngiliz Edebiyatı ve Kültürel İncelemeler geçmişine sahip kişiler tarafından hazırlanan derlemeler, aslında akademik bir tona sahip. Özellikle son iki cilt, yani Edebiyat Eleştirisi ve İnceleme, Yaşamöyküsü ve Kaynakça, diziye akademik tonunu katan önemli kitaplar. Edebiyat tarihine ve üretilen eserlerin hem sosyal hem de sanatsal kabulune kılavuzluk eden Edebiyat Eleştirisi ve İnceleme cildi, seçkinin diğer ciltlerinde yer alan eserler ve yazarları üzerine eleştirel metinler içeriyor. Bu şekilde, yer bulan eserler ve yazarları ile ilgili daha derinlikli bir resim sunmakla birlikte, tartışma alanı oluşturuyor. Bu da akademik bakış açısına önemli bir katkı teşkil ediyor. Serinin son cildi, Yaşamöyküsü ve Kaynakça, seçkide yer alan yazarlar, eleştirmenler ve seçkinin editörler hakkında ansikopedik sayılabiliecek kısa bilgiler veriyor. Bu şekilde, okumakta olduğunuz yazarın yaşamöyküsü hakkında el altında bir kaynağa sahip oluyorsunuz. Kitapta ayrıca akademik tarzda hazırlanmış bir de kapsamlı kaynakça kısmı bulunuyor. Kıbrıslıtürk edebiyatının hemen hemen her eseri, üzerine yapılan çalışmalar, inceleme kitapları, bu bibliyografyada sıralanmış. Yani, araştırmanızı geliştirmek isterseniz de bu bibliyografya sayesinde, ilginizi çeken eserlerin izini sürebiliyorsunuz. Tüm bunlar, bu çalışmanın aslında akademik perspektiften ele alındığını gösteren öğeler.


Arşiv taraması

Yüksek Lisansımı tamamladığım Doğu Akdeniz Üniversitesi, İngiliz Edebiyatı ve İnsani Bilimler Bölümünde, Kıbrıs Edebiyatı üzerine çalışan birçok sınıf arkadaşım oldu. Böyle bir heves, bir ara ben de geliştirmiştim ancak bu alanda kaynakların azlığı, özellikle de akademik kaynakların azlığı nedeniyle projeyi sürdürmenin mümkün olamayacağını düşünmüştüm. Zira Kıbrıs Edebiyatı ama hangi eserler? Sadece üzerine çalışmak isteyeceğim eserleri seçmek için bile, birçok eser okumak ama en önemlisi bunlara ulaşmak (kitapevi de yokken) gerekiyordu. Modern Kıbrıslıtürk Edebiyatı Dizisini ortaya çıkaran ekip, kapsamlı bir arşiv taraması ile bu seçkiyi oluşturmuşlar. Bazı eserlere, başka metinlerde adları geçmesine rağmen, yani varlıkları bilinmesine rağmen, ulaşılamamış. Yani ekibin yaptığı araştırma, azımsanacak boyutlarda değil, çok emek verildiği aşikar.

Peki kimler var?
Peki seçkide kimler var? 1870'lerden, yani İngiliz sömürgecilerinin adaya baskı makinası getirmesiyle kitap basmanın kolaylaştığı yıllardan günümüze uzanan bir zaman dilimini kapsıyor Modern Kıbrıslıtürk Edebiyat Dizisi. Başka bir deyişle, modernlikten postmodernliğe uzanıyor. Kendi eleştirel tavrını da buradan alıyor. Seçkide yer alan şair, yazar, öykücü ve eleştirmenler arasında ilk göze çarpan ve tanıdık gelenler şöyle: ünlü soyut-avangard şair Osman Türkay, şair ve romancı Neşe Yaşın, geçtiğimiz senelerde yitirdiğimiz düşünür Ulus Baker, ünlü romancı Fikret Demirağ. Son yıllarda uluslararası beğeni toplayan Kıbrıslıtürk yönetmen Derviş Zaim de seçkide bir senaryosu, bir de romanı ile yer alıyor.


Birkaç yakıştıramadığım nokta

Seyyal Taner'in şarkısında dediği gibi: "gizli kalsa herkes bilse" ikilemini yaşatan bir durum. Zira böylesi kapsamlı, emek verilmiş, heyecanla oluşturulmuş ve her yönüyle takdiri bence hakeden bir çalışmaya yakışmayan bazı özensizlikler göze çarpmıyor değil. Bu kadar güzel tartışmalar yaratan bu seri üzerine bu kadar çok şey söylemişken noktayı koymak isterdim zira içimden canımı sıkan bu noktaları söylemek gelmiyor. Ama işte bilinmeli ki ikinci baskısında en azından düzeltilmeli diye düşünüyorum. Yine de bilinmeli ama konuşulmamalı, yani bu açıdan bir eleştiri değil, başka yönleri konuşulmalı tartışılmalı. Canımı sıkan ilk şey, kitaplarda çok fazla yazım yanlışları olması. Hızlıcana bilgisayarda yazılmış izlenimi veren yazım yanlışlarıyla sıkça karşılaşmak, her ne olursa olsun, özensiz izlenimi veriyor. Kimi zaman noktalama işaretlerinden sonra boşluk var kimi zaman hiç yok. "Kıbrıslıtürk" kelimesi, ironik olarak, en çok yanlış yazılan kelime sanırım. İkincisi, editörlerin önsözlerinde bir terimsel bütünlük olmaması, yine ortaya konmuş çalışmanın akademik boyutuna darbe vuruyor. Kimi editörlerimiz Modern Kıbrıslıtürk Edebiyatı derken, kimileri Yeni Kıbrıslıtürk Edebiyatı demeyi tercih ediyor. Bir de bunlara, ele alınan dönemi 3 dönemde inceleyerek Modern Dönem, Çağdaş Dönem, ve Şimdiki Dönem başlıkları verilince, kavram karışıklığı doğmuş. Kimi editörler Kıbrıslıtürk Edebiyatı için KTE gibi bir kısaltma kullanırken, bu kısaltmanın ne anlama geldiğini parantez içinde belirten sadece sanırım Ahmet Gildir olmuş. Birden bire KT Edebiyatı veya aynı yazı içinde KTE gibi ifadelerin dönüşümlü kullanıldığını görmek, okuma deneyimi açısından kafa karıştırıcı ve yine özensizlik izlenimi yaratıyor.

Serideki Başlıklar
1. Şiirler (Hazırlayan: Suzan Yılmaz)
2. Operet ve Oyunlar (Hazırlayan: Bilen Kılıç)
3. Anı ve Gezi Yazıları (Hazırlayan: Ahmet Gildir)
4. Öyküler (Hazırlayan: Gür Genç)
5. Romanlar (Hazırlayan: Turhan Uludağ)
6. Denemeler (Hazırlayan: Nazan Ökçün)
7. Edebiyat Eleştirisi ve İnceleme (Hazırlayan: Murat Bülbülcü)
8. Yaşamöyküsü ve Kaynakça (Hazırlayan: Jenan Selçuk)